Önce Sen İnanmalısın!

Önce Sen İnanmalısın!

Son dönemlerde sosyal medyada dolaşan bir hikaye vardı. Annelere vurgu yaptığı için hemen dikkatimi çekti. Hikaye Thomas Edison’un hayatına ilişkindi. O hepimizin bildiği, ampulu icat ederek dünyamızı aydınlatan mucitten bahsediyorum. Edison ampulun icadıyla tanınsa da, bunun yanında bir çok buluşları ile bilime katkı sağlamış büyük bir bilim adamıdır. Bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim:

“Edison bir gün eve geldiğinde annesine bir kağıt vermiş ve “Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi’’ demiş. Annesi kağıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okumuş: “Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin’’. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison’un annesi vefat ettiğinde, o artık yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriymiş ve bir gün eski aile eşyalarını karıştırırken birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kağıt bulmuş ve alıp açmış. Kağıtta “oğlunuz şaşkın (akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz…’’ yazılıymış. Edison saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazmış: “THOMAS ALVA EDISON, KAHRAMAN BİR ANNE TARAFINDAN, YÜZYILIN DAHİSİ HALİNE GETİRİLMİŞ “ŞAŞKIN’’ BİR ÇOCUKTU!..’’

Pes etmemenin ve karşındakine inanmanın öneminini anlatan bu hikaye, dilerim her daim hatırınızda kalır ve özellikle Avrupa’da yaşayan azınlıkların sıkça karşılaştığı sorunlardan birine ışık tutar. Bulunduğu ülkenin diline yeterince hakim olamadığı için özel eğitim okullarına yönlendirilen çocuk ve gençlerimizin sayısı azımsanamayacak kadar fazla. Çevrenizde mutlaka duymuşsunuzdur: “Aslında çocuğun zekasında bir problem yok ama yine de özel eğitim okuluna yönlendirildi’’  diye. Meslek hayatımda bu gibi örneklerle defalarca karşılaştım. Bu durum, bazı ufak nüans farklılıklarını bir yana bırakırsak, özünde yukarıdaki hikayede anlatılanla büyük bir benzerlik gösteriyor. Bir çocuk değerlendirilirken bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Onun belli bir alanda geri olması, diğer alanlarda da geri kalmasını gerektirmez. Önemli olan çocuğu iyi gözlemleyip, tanımak ve onu yetenekleri doğrultusunda bilinçli yönlendirmektir. Bu daha çok okulda profesyoneller tarafından yapılsa da bizlere düşen görev azımsanamayacak kadar çoktur. Çünkü onlar çocuklarımızı sadece okul saatlerinde görüyor ve değerlendiriyorlar. Ebeveynlerin çocuklarını iyi gözlemlemesi ve böylelikle onların zayıf ve güçlü yönlerini doğru tanımaları, onlara, alınabilecek olası yanlış kararları, kendi söz haklarını kullanarak düzeltebilme olanağı sağlayacaktır.

Bizim toplumumuzun geleneksel kültüründe çocuk yetiştirme daha çok annenin üstlendiği bir görev olarak görülüyor. Ancak günümüzün değişen yaşam koşulları bu görevi anne-baba olarak paylaşmayı zorunlu kılıyor. Artık kadının da dışarda çalışması ve aile bütçesine katkıda bulunması gerekiyor. Bu durum, ister istemez onun çocuklarıyla geçirebileceği zamanı kısıtlıyor. 

Yukarıda söylediklerimden şöyle bir yanlış algı oluşmasın: “Çocuklarımızın eğitimine yönelik olarak okulların aldığı kararlar her daim yanlıştır”. Elbette ki değildir. Burada anlatmaya çalıştığım: Eski zamanlarda olduğu gibi çocuğumuzu “Eti senin, kemiği benim!’’ yaklaşımıyla okula teslim etmenin, bundan sonra işimizin sona erdiğini düşünmenin ve tüm kararları okulun almasını beklemenin yanlış olduğudur. 

Çocuklarımızın en uygun koşullarda eğitimlerini tamamlamaları için anne ve babalar olarak bizler de üzerimize düşeni yapmalıyız. Böylelikle belki onları bir dahi haline getiremeyebiliriz ama, özgüvenleri gelişmiş, kendini değerli hisseden “MUTLU’’ bireyler olarak hayata kazandırılmalarını sağlayabiliriz.

Evlatlarına inanıp, güvenen, onları her durumda kollayıp, destekleyen tüm kahraman anne ve babalara selam olsun!..

Saygılarımla,

Zülbiye Gürsu Ayaz

Bir Cevap Yazın